Thursday, May 7, 2015

Istanbul Tips and Tricks


This document is prepared for a friend of mine who intend to visit Istanbul. It can be helpful for the other visitors as well...

Have FUNNN...


This is a rail transportation map of Istanbul.




1.     Prince Islands (There is a couple of them but I would advice Buyukada.
a.     Buyukada
b.     Heybeliada
c.      Burgazada

You can go to Buyukada(Big Island), and take a “fayton” carriage with horses, and take off in Aya Yorgi, after you take off, a step hill is waiting for you to walk. Up there, you can enjoy avery wide view of Istanbul and Marmara sea. There is an old church, for orthodox I suppose, but very important one, people visit in each year in Easter.  There is a small, cosy restaurant with nice home made wines.


2.     Bosphorus tour
There are a couple of options for that
a.     Sehir Hatlari (Big traditional boats, I like them sitting outside the boat. They are not available all time, in the link you can find the schedules.

Long Trip

Short Trip

If you take a long tour, you can leave the boat in Rumelihisari and walk up to the castle for a view of both Karadeniz and Marmara sea.

b.  More frequent one but not take you all the up the Bosphorus, upto second bridge.

http://www.turyol.com/en/bogaz-turu-gezileri.asp

3.     In Sultanahmet there are various museums, but I am sure you do not miss Hagia Sophia (Aya Sofya), Blue Mosque (Sultanahmet) and Topkapi Palace and Harem. But I would also recommend Yerebatan sarnici.

I would suggest you to buy a museum card as well.

4.     Galata Bridge, Down the bride there are various fish restaurants, you can try.

5.     Grand Bazaar
If you walk to Eminonu from Sultanahmet, you can pass inside the Grandbazaar, which is a must see.

6.     Istiklal Caddesi (Taksim), very long straight street, with a tram passing in the middle of the street. It is pedestrian only street; an old one and you can find very interesting things in that area.

a.     One is Galata Tower, worth seeing from the top. During the ottoman empire, in 1600s a man called Hazerfen Ahmet Celebi, made an artifical wings and flew through Anatolian part(Uskudar).

http://en.wikipedia.org/wiki/Galata_Tower              

b.     Nevizade, a small street on Istiklal with many bars, and night life.

c.      If you come from Eminonu to Istiklal, you can eat turkish desserts (Baklava) in Karakoy Gulluoglu.

For turkish delights, there are two brands which are very good.

Haci Bekir

and Cemilzade…

7.     Take the boat from Eminonu or Besiktas to Kadikoy. It is in Asian side. The Kadikoy market is very cosy, especially fish market.  There are various place to eat something, Kadi Nimet is a place you can eat fresh fishes.

Ciya Restaurant is famous with kebaps and Anatolian cuisine. No reservation is needed for both restaurants.

If you walk in the streets of Kadikoy, you can reach Moda, a very peaceful place for me to have a breakfast with Simit and Cay(tea).
Moda Cay Bahcesi


You can take a taxi from there and you can see the locals best hanging around location in Istanbul, Bagdat Caddesi. (Taxis are not expensive in Turkey, the only concern is the traffic.) you can take off the taxi in Saskinbakkal, which is almost the middle of the very long shopping street.



8.     Nisantasi, is one of the luxurious area of Istanbul. With expensive brands and famous faces (Turkish of course). J

Another trendy place is Bebek. I guess it is the best Starbucks view ever in all around the world.


9. From Bebek, you can take a very small boat which is very cheap (5 tl per person) to pass the Anatolian side, Kanlica. It is famous with yogurt, there is a small tea house as well.

Saturday, November 1, 2014

4. Gün Italya


4. Gün

Sanırım yurt beni açmayacak, peynir ekmek nereye kadar. Mutfak ortak kullanıldığı için, bir türlü elim gitmiyor bir sey yapmaya. Eve cikma karari bende bir rahatlama getirdi, yurt gerdimi nedir, halbuki gayet düzenli ama internetsizlik yada daima kurallara bagli olma fikri canımı sıktı. Yürüyerek SanBa(yurt)'dan merkeze indim. Emlakcilarla tarzanca konustum. Bir kere daha anladım ki, komik konuşmak istemiyorsam, italyanca öğrenmeliyim tez vakitte. 

Fareli köyün kavalcıları ile evrakları yolladim, ve legalize oldum Italya'da...:) 

Ayaklarımı süreyerek otobüs durağını ararken, bir emlakcı daha gördüm. İçerde bizim bugünkü farelerden biri daha ev tutmuş. Bende sordum, amca tuvaletinde bile pencere olan ama 700 Eur olan şahane bir ev var dedi. Tuvaletinde pencere olmasin, daha ucuz olsun dedim, ama "molto bene, molto bene" diyerek evi gördüm. Ev güzel ama benim aldigim para bu deyip, türk pazarliğı ile 600 EUR önerdim. Bakalım hayırlısı....

3 Gün Italya

3. Gün

Bugün evrak işleri icin Welcome ofis günü. Universitenin yabanci ogrencileri, sudan çıkmış balık modelden çıkmak için yardımları gerçekten çok başarılı. Anna isimli arkadaş, ki sonradan okulda öğrenci olduğunu öğrendim, evrakları gözümün önünde doldurdu, sonra da cuma gel dedi. Meğer 10 kadar diğer öğrenciyle beraber, fareli köyün kavalcısı hesabı kapı kapı evrak dolaştıracakmışız. 

Benim cuma günü arabayi Milano'ya geri götürme planını bugüne çektim, saat 14:00 bakalım bu sefer kaç saatte gidecegim. Yaklaşık 1 saat kadar toplam molalarımla beraber 18 gibi havaalanındaydım. 1 saat molanın sebebi ise, bedava internet buldum bir restaurantta hemen değerlendirdim. Derken Milano havaalanından ekspress'i kacirip, otobus ile Milano Cenral 'a gidebildim. Ve son Verona-Trento baglantili trene yetisebildim. Verona'da aktarma yaparken trene yetisecegim diye, sanirim kosarken kalbimi elime alacaktim, gerci olmadi otelde kalirim diyordum ama Trento'yu benimsemeye mi basladim nedir, Milano falan hic guvenli gelmedi bana. Ben yurduma gideyim en iyisi. 

Trento istasyonuna vardigimda, yurta gidecek butun otobuslerin calisma saati geçmişti, taksiye atladım. 8 Eur'a ulastim, makul bir rakam. Bugünde oldukça aksiyon oldu, hemen uyumalı.

2.Gün Italya

2. Gün

Welcome ofis ki, butun evraklarin başlangıç noktası burası, bugün kapalı. Bende yurda gidiyorum, anahtarımı aldım, odam mutfağın dibindeki oda, ses çok olur mu acaba derken, asıl büyük sorunun internet olduğunu keşfettim. Anahtarı veren kızın, ethernet kablosu ile bağlanmamda ısrarından bir şeyler sezinlemeliydim.

Bavulları atıp okula gittim. Povo 'da fakulte, ama Povo dağın başında bir köy. Dağ, börtü böcekte bu internetteki kocaman modern bina neredeki derken buldum. Sonra da Türk arkadaşları. Meğersem burs aldığım FBK ile üniversite farkli binalarmiş, değişik bir denge varmış neyseki Başak ve arkadaşı ile buluştuk. Biri buraya yerleşmiş, biri de gitmek için can atıyor, o anki ruh halim, "Allahım ne işim var benim burada" olduğundan gayet net anlıyorum, ama anlamasam daha iyi.

10 tane mailden sonra bölümden biri ile karşılaşabildim, zira benim hocam iki hafta yok, muhtemelen de kendisi ile Istanbul'da tanışacağım. Oda ilk izlenim iç karartıcı, umarım yandaki binadaki lab'a geçebilirim.


Italya'ya doktoraya giden yaşlı genç...

University of Trento, ikinci kez de beni doktoraya kabul etti. Vardır bir bildikleri diyip geldim buralara.

1. Gün

Sabah 8:30 uçağına aldım bileti diye çok hayıflanmıştım. Çünkü, welcome ofis belli günler belli saattlerde açık olup, yurdun açık olduğu saatlere de denk getireyim derken meğersem nafile bir çaba içindeymişim. Bir gece otelde geçirecektim, zira öğleden sonra okulun hiçbir birimi hizmet vermiyordu.

Bir önceki akşam valizleri hazırladıktan sonra baktım ki, 4 aktarma ile 4 saatte gidebiliyorum. Araba kiraladim bende. Goldcar, 3 gün icin bir gun fiyati aliyor ne guzel dedim, inanasım gelmedi 28 eur hemde sigorta dahil. Ama hazirladim tabi kendimi, bu rakam olmaz diye. Tabi ki olmadi, arabayi almaya gittigimde, adam bu sigortanin sadece kazalar icin geerli oldugunu ama biri kapisini carpip da cizik yaparsa boya vs. odemem gerektigini, ve teslim alirken cok yuksek teknolojik bir sekilde kontrolden gectigini ima edince, bende 70 kusur Eur daha verip ek sigorta aldim. Ama verdikleri arabanin cant kapagi olmadigini gorunce, ve teslim işlerini yapan kisinin dunyanin en yumusak kalpli normal bir insani oldugunu gorunce "Italya'ya hosgeldim" dedim kendime.

Paraciklari verdik, bari geze geze gideyim dedim, madem vakit bol. Standart GPS ile anlaşamama problemi ile iki defa otobandan ciktim, varis suresi 3 saatten 4 saate yaklasti. Neyse en azindan pastoral Italya goruyorum. Baya gittim acaba neredeyim dedim, daha Milano'dan çıkamamışım iyi mi. Otobana gireyim tekrardan, GPS tekrar ayarlandı. Tamam 4.5 saat de fena degil, tanidik isimler gozukmeye basladi en azindan, Garda gölü diyor, ohh gölün kıyısından kıyısından giderim. Her yer dağ ne güzel, göl herade arkada kaldı. Hmmm... GPS sol diyor, Trento via bişi sağ. Ben tabelaya uyayım, GPS delirdi, 10 dakika oradan dön diyor, geri dön diye haykırıyor. Allah allah, neden acaba... Bir dolu tünelden geçiyorum, gölün altından geçiş yapmış olmasın bu adamlar, ama arada da gün ışığı var, hadi hayırlısı. Tahmini süre 5:30 saat oldu. Allam allam, neredeyim ben, pastoral bir takım dağlardayım, tamam çok güzel, rengarenk evler, göller ama Garda Gölü değil bu. Nerdeyim allahım ben. Trento'ya varabilecek miyim? Idro gölü mü? Daha demin Garda Gölü'nün yanındaydım ben. Ne vakit ters tarafa gittim, boşuna değil GPS geri dön diye haykırıyordu. Neyse bu vesile ile buraları da gördüm. Gene de bir an önce otele ulaşsam fena olmayacak, adamlari da aradim 80 km gösteriyor, ama bilinmez belki 1 saate varırım, neredeyim bilemiyorum diye. :)

11:30 da başlayan yolculuk 18:30 'da sn buldu, Milano havalimanindan en uzun yoldan gelme rekorunu kırdım sanırım. Oteli kolay buldum, 15. yy. 'dan kalma çok harika bir otel. Alcavour caddenin ismi, 34 'de binanın numarası. http://www.alcavour34.it Kocaman bir kapida zili calinca, buyukce bir avluya giriyorsunuz, sonra bir kat cikinca apartmanın bir katini cok zarif bir cift odalarını kiralamak sureti ile işletiyormus. Beni gorunce, Milano'nun 3 saat sürdügünü hatirlattilar, neyse cok üzerinde durmadilar. Anahtar tanıtımı, dis kapi, ic kapi dedikten sonra karnımı doyurup uyumusum zaten.



Monday, March 31, 2014

USA Kaliforniya Yol Güncesi

10-28 Mart tarihlerinde Kaliforniya'daki belli başlı yerleri görmek için, yola çıktım. Tatilimin bir kısmında arkadaşlarımın evinde, bir kısmında bir önceki sene proje sırasında kazandığım otel puanları ile Hyatt otellerinde, geri kalan bir kaç günde yol üstünde bulduğum otellerde konakladım.

Hedefim daha önce görme fırsatımın olmadıpı Amerika'nın batı yakasının doğal güzelliklerini mümkün olduğunca görebilmekti. Burada yıllar öncesinden beri görmek istediğim Yosemite Parkı sanırım tetikleyici bir etken oldu.


1. Gün - 10 Mart 2014 - 70 km



THY Istanbul - Los Angeles 14 saat süren direk uçuşundan sonra ilk iş, rentalcars.com'dan yapılan araba kiralama şirketine ulaşabilmek. Rentalscar.com bir çok araba kiralama şirketinin fiyat tekliflerinin olduğu bir portal. Ilk hafta Kaliforniya'yı üstü açık spor bir araba ile gezmek adına Mustang kiraladim. Ekonomik araba ile arada 100 dolar fark olduğu için, Mustang kullanma fırsatını değerlendirdim.



Aracı teslim aldıktan sonra ilk hedef New Port Beach'deki Hyatt da konaklama, uzun uçak yolculuğunun ardından ayaklarımı uzatıp uyumak en önemli motivasyon kaynağımdı. Bu arada en önemli nokta,  Amerika'da navigasyon cihazı olmadan araba kullanmanın, imkansıza yakın olduğu. 1 saate yakın bir yolculuktan sonra New Port'a ulaştım, okyanus kıyısında bir sahil kasabası burası ama yorgunluktan etrafa bakacak halim yok, zaten saat olmuş 10 hemen bir dinlenme modu on...


2. Gün 11 Mart 2014 111 km. 



Jetlag halleri devam ederken, civarda yapılacak en populer şeyin, New Port sahilinde bisiklete binmek olduğunu öğreniyorum, otel görevlilerinden ve bir bisiklet ödünç alıp Pasifik okyanusuna doğru pedal çeviriyorum. Otelden, kumsala gidebilmem için, Balboa adasına köprü ile geçip daha sonra 5 dakikalık bir feribot ile Newport kumsalına geçiyorum.






Döndükten sonra otelin arkadasında yer alan koruma altında ki parkta pedal çevireyim dedim, park denildiğinde daha farklı bir şey bkliyordum. Bataklık dışarıdan bakıldığında ama kuş cenneti aslında, bir kere daha doğanın içinde ki dengeleri korumanın sadece ağaç korumak olmadığını, bataklık, bozkırın da kendi içindeki yaşam formlarının çok özel ve önemli olduğunu anlıyorum.

Öğlen San Diego için yola çıktım. Yol üstünde, bir kaç kumsalda fotoğraf çekmek için durakladım, bunlar Corona Del Mar, Crystal Cove. Crystal Cove'da saat 5 gibi kumsalın hemen yanındaki restaurant'da bayrak çekilip, boru çalınıyor, meğerse bu bir gelenekmiş, margarita içme saatinin geldiğine dair. :)


Bu arada National Park'lara giriş paralı, Crystal Cove 15 dolar. Ama sahildeki restaurant'da 15 dolardan fazla harcama yaparsanız ücretsiz. Amacım gün batmadan San Diego'ya geçmek, ama Crystal Cove'da kumsal boyunca yürüyüş yapıp, kayalıklara vuran dalgaları seyrederken gecikmişim. 

Akşamı geçirecegim Hyatt Sorrento Mesa'ya geçince yorgunluk ağır basıyor, ve uyumayı tercih edip, gezmeye devam işini ertesi güne bırakmaya karar veriyorum.

3. Gün 12 Mart 2014 

22 km. 

Sabah San Diego Hayvanat Bahçesi için otelden ayrıldım. Bugün için plan San Diego'nun belli başlı yerlerini görüp akşam Clipper's maçı için Los Angeles Staples Center'a yetişmek. 2 saat geçirmeyi planladığım hayvanat bahçesinde 4 saat geçirince planlar alt üst oldu. Hayvanat bahçesi aslında bir de  Safari yapılan bir başka bölümü olmasına rağmen, ki ben oraya gidemedim, yürüyerek bir günde gezilemeyecek kadar büyük. İçerde otobüslerle rehber eşliğinde, yada rehbersiz gezmek mümkün. Mart ayı olmasına rağmen 20'li dereceler de olan parkta kutup ayılarının yazın sıcağındaki halini düşünemiyorum. Parkta ki görevlinin söylediği, beslenmeleri sebebi ile yağ katmanlarının normal ortamlarında olan kutup ayılarına göre çok az olduğundan sıcak problem olmuyormuş, ve doğal hayatta büyüyenlerden daha uzun yaşıyorlarmış, ama bana çok inandırıcı gelmedi. Artık doğal hayattan koparılıp hayvanat bahçesine getirilememeleri bu güzel hayvanlar için tek teselli sanırım. Bu hayvanat bahçesinin maskotları olan pandaları görmek için 45 dakika bekleyemediğimden, onlarla tanışamadım. :)


Hayvanat bahçesinden sonra hızlıca, Gas Lamp tarihi caddesini arabadan inmeden geçtikten sonra istikamet La Jolla. Gas Lamp, şık restaurantların olduğu, hoş bir cadde.

23 km - San Diego - La Jolla

La Jolla da çok kısa süre kalabildim, ama daha fazla zaman geçirmeyi hakediyordu. Pasifikte yosun kokusunu ciğerlerime çekip, ufka bakarak bir kaç saat geçirebilirdim halbuki. Yazın, denize girmek için çok keyifli bir o kadar da kalabalık olduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Hali hazırda bir kaç surfcu denizin keyfini çıkarıyordu.

183 km - La Jolla - Stapples Center LA

La Jolla'da iyiki oyalanmamışım, çünkü 2 saat olan yol, trafik ile beraber 4 saat oldu, ucu ucuna NBA maçına yetiştim. Hidayet'in oynamasını umarak, bayrağımı ve tele objektifli fotoğraf makinamı da yanıma aldım. Girişte, fotoğraf makinasımı koyduğum sırt çantamı açan görevli ilk önce makinaya bir şey demedi, sonra Türk bayrağımı gördükten sonra, fotoğraf makinamı ve bayrağı sokamayağımı söyledi. Ben olayı anlamlandıramazken, emanetçi yada arabaya bırakmamı söyledi. Ben arabaya yöneldim, ve canım sıkıldı. O bayrağı sokacaktım ve açacaktım içerde. Katlayıp cebime koydum, fotoğraf makinamın ise, sadece yan ışıkları engelleyen koruucusunu çıkarıp çantama koyup başka bir girişten girdim. Fotograf makinamı görmesine rağmen, bu görevli hiç bir sey demedi, insan ayrımcılık yaptıklarını düşünmeden edemiyor. Sana yapılanı neden başkasına yapıyorsun, kahverengi derili kardeşim. Nihayet Staples'e girdim, 50 dolar civarinda orta sıralardan olan yerimden oyuncuları gayet net görebiliyordum. Hidayet ikinci devre çıktı ama çok fazla oynamadı. Bayrağımı da açtım, ama tek başıma yaptıpım tezahürat çok cılız kaldı. Üst balkonlarda bir grup Türk vardı, ama oldukça uzaktaydılar. Hala jetlag'in etkisinde olan ben, maçın ikinci yarısında uyumamak ve LA'de kalacağım arkadaşlarımı da bekletmemek adına ayrıldım. Zaten, Hido'da çok iyi oynamıyordu. :) Aralarda ki Amerikan yıldızlarını da tanımıyordum, şovlarını da anlamıyordum haliylen. :)


42 km - Staples Center - Woodland Hills

40 dakikalık bir yolculuk sonrası dost yüzler, memleket sohbeti ve uyku. İşte tüm istediğim buydu. :)


4. Gün 13 Mart 2014 - Woodland Hills

Bugün Los Angeles da ki ilk günüm, Beverley Hills ve Rodeo Drive ile güne başladım. Palmiyelerle bezeli yollarda şahane malikaneleri ile Beverly Hills zengin muhit olduğunu daha adımınızı atar atmaz hissettiriyor. Semtin hemen girişinde yer alan Beverly Hills yazısı önünde fotoğraf çektirdim, buraya geldiğimi bu sayede tescilledim sanırım. Beverly Hills'de yer alan Rodeo drive ise dünyaca ünlü markaların yer aldığı bir cadde. Bir cilt kreminin fiyatını sormak gafletinde bulunup ağzımın payını 600 dolar olarak aldım. :) Neyseki sadece ağzımın payını aldım. Beverly Hills 'den yola çıkıp daha da havalı olan Santa Monica'ya doğru hareket ediyorum. Burada uzunca bir kumsal ve paralelinde Istiklal Caddesine benzeyen bir sokak var. Arabalar gecmiyor ve sagli sollu muzisyenler performans sergiliyor. Burayi cok sevdim, bir meksika restaurantında birseyler yiyip, margaritami yudumladım. Sokagin basinda yer alan alisveris merkezinde free wifi'den yararlanip, sahile indim. Gün batimini Santa Monica'dan izlemek isteyen insanlar iskeleye doluşmuşlar. Bir aile ufka doğru bakıp, balinaya benzer bir sey gorduklerini iddia ettiler, bende tele objektifimle baktim ama hic bir sey goremedim. İskelenin sol tarafinda büyük bir dönme dolap, zaten çok renkli olan ortamı daha da renklendiriyordu. Sağ tarafı ise, Olimpos'un uzun kumsalı gibi, dağlarla çevrili. 

Sunday, January 15, 2012

Haftasonu Trabzon 8-9 Ekim 2011


Her ne kadar Istanbul'u çok sevsemde, zaman zaman uzaklaşmak bana iyi geliyor. Haftasonu ucuz uçak bileti ile Karadeniz'in yeşiline dalmaya karar verdiğimde, yağmurun bir süpriz yapıp bu haftasonu gezisine katılıp katılmayacağını bilmiyordum. Ve şanslıydık ki, sadece güneş ve tertemiz bir hava bu geziye katıldı.

İlk gün : Sümela Manastırı
Trabzon'a indiğimizde, gün yeni yüzünü göstermişti ve dükkanlar yeni yeni açılıyordu. Trabzon'a gelip Mıhlama yada değişik yorumları ile Kuymak yenecek bir yer bulduk. Mısır unu ve Trabzon'un özel peyniri ve tereyeğının yoğun kokusu ile harmanlanmış Kuymağımızı yedikten sonra Sümela Manastırına doğru yola koyulduk. Çömlekçiler denilen münübüslerin kalktığı yer yerine meydanda ki yerden minibüse binip 25 TL'ye tur olarak gidip gelmek daha mantıklı, çünkü Çömlekçi'den kalkan minibüsler dolmayınca kalkmıyor ve Ekim'de çok giden olmuyor haliylen... :) Zaten zaman kısıtlı olunca, orada minibüs sorduğumuz bir grup kişiden, yaşlıca, gözlüklü olan biri bizim Sümela'ya gitmek için araç aradığımızı arayınca nedense bir öfkelendi, kendine dert edindi bir anda bizim ulaşımımızı ve bir yerleri aradı. Meğersem sonradan öğrendiğimize göre, yukarıdaki merkezden kalkan turist acentalarının birine telefon edip bizi geçerken aldırmış. Tabi minibüs gelene kadar ki geçen bekleme süresi, ne beklediğimizi bilmediğimiz açısından sıkıntılıydı. Çünkü amca ile iletişim kurmak = "paylanma" anlamına geldiğinden, durup beklemek daha mantıklıydı. Bu Karadeniz'lileri anlamaya çalışmanın nafile olduğunu öğrendiğimiz ilk dersti.

Yerli ve yabancı turistlerle dolu olan minibüse bindiğimizde, rahatlmıştık, en azından artık yoldaydık. 1 saatlik süren yolculuğun ardından Sümela manastırına ulaştık. Yeşil deniz buna deniyor, sanırım. Vadi'nin ortasından çağlayan bir dere ve dik iki yamacı ağaçlarla bezeli, bir orman denizi. Tam doğanın güzelliğinden büyülenmişken, dağa yapışmış duran Manastır'ın vakur duruşu ile kendinizden geçmeniz işten bile değil.  Yaklaşık, 10 dakikalık eğlenceli, ağaç dallarından merdiven olmuş patikada ilerleyip manastıra ulaşınca, artık sadece cennete uzanan merdivenler gibi bir engel kalmıştı Sümele'ye girişe.


... devam edecek